Bangkok

Bangkok – Tayland

Bangkok’da neler yaptığımızı anlatmaya başlamadan önce ön yargı ile bakılan bu şehir hakkında genel bilgi vermek istiyorum. Bangkok bir kılıç ve iki tarafı birbirinden çok farklı; bir tarafı yüksek binalarla kaplı betonarme metropol bir şehir iken iken diğer tarafında şehirden bir adım uzaklaştığında karşına çıkan şahane tapınaklar ve sudaki yüzen pazarlarla çevrili. Her anlamda fazla çeşitlilik arz ediyor 🙂

Buraya Tayland’ın diğer gözde şehirlerinden olan Phuket’den geldiğimiz için orayla mukayese ettiğimde kesinlikle çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Şehir merkezi Phuket gibi egzotik değil, sakin değil, her yer plaza her yer baharatlı yemek kokusu! Bu keşkeme şehre İstanbul’dan gittiğimiz için her ne kadar pek yadırgamasak da Phuket’den sonra bi afallamadık değil 🙂

Şehir her daim dinamik, tüm günlerimizi baştan planlayıp gitmiş olsak da bu dinamiklik nedeniyle planlarımız değişti ve gün başında ne yapacağımıza karar verip öyle otelden ayrıldık, hatta kimi zaman yolda yeni rotalar oluşturduk 🙂 Çünkü seçenek çok kimi zaman kendimizi alışveriş içinde kaybetmek istedik kimi zaman gösterişli tapınaklarda farklı kültürlere dahil olmak istedik, bu nedenle hepsini yapalım dedik ve buraya tam 6 günümüzü ayırdık! Bangkok’u tam olarak tanıyabilmeliydik, zira biz gittiğimiz yere tekrar gitmiyoruz 🙂 Eğer her deliğe girip her şeyin tadına bakmak isterseniz 6 gün yetersiz kalabilir.

Gitmeden önce sizler gibi çokça yazı okudum, aklımda başlıca iki soru vardı; “acaba aç kalır mıyız” ve “şehir bahsedilen kadar kirli mi” 🙂 Keza gezerken ve sonrasında bu iki soru çok soruldu. Öncelikle şunu belirteyim; aç kalmayacaksınız 😀 Lokal restaurantlardan başka restaurantlar da var. Biliyoruz ki bizim için yemek çok önemli, bu nedenle uzak doğu ülkelerine planan seyahatlarda bu soru çok önemli oluyor. Tai yemeklerinden elbette tadın, belki çok sevecek ve tatil boyunca Tai yemekleriyle besleneceksiniz, belki de bizim gibi bazen Tai yemeği bazen global yemeklerden yiyeceksiniz. Diğer bir husus ise şehrin kirliliği.. Şimdi bu konuda açık olmak gerekirse şehir çok havasız, yani bizim buraların sıcağına benzemiyor arkadaş, nem nefes aldırmıyor. İlk gün biraz zorlandım ama sonrasında alıştım elbette. Bu sıcağın yanına sokakta pişen yemeklerin kokusunu ekleyin; yemeğin yağı ve baharatı coşturuyor 🙂 Tüm bunlarından yanında yerdeki rögar kapaklarından bir koku geliyor, aman tanrım yok böyle bişey! Yani şöyle söyleyeyim ben rögar kapaklarından geçerken nefesimi tutuyordum ve hızlı adımlarla geçiyordum. Yüksek binaların arasında hava akımı yok, nemli sıcak var, yemek kokusu var, rögar kokusu var, sonuçları siz hayal edin. Gitmeden önce yaptığım araştırmada sokaklarda fare olduğu bilgisini okumuştum, bu bilgiyi de doğrulayayım; evet şehir sokaklarında gezen fareler var, hatta elektrik direğinde bile fare gördüm 😀 Ama bir süre sonra normal geliyor 😀

Yemek ve koku unsurlarına çözüm olarak şunları sunabilirim. Hiç Tai yemeği yemek istemiyor, sokak lezzetlerinden tatmak istemiyorsanız Burger King, KFC, pizzacılar, italyan restaurantları düşünülebilir, hatta hemen hemen her restaurantta şnitzel, makarna gibi global yemeklere de ulaşmak mümkün. Koku konusu için de şehir kendisi bir çözüm bulmuş; ağız maskesi. Hatta bununla ilgili saflığımı anlatayım. Bangkok’da ilk gün dolaşırken çoğu kişide ağız maskesi gördüm ve çok üzüldüm. Çünkü bilirsiniz bizde bağışıklı sistemi zayıf olan insanlar dışarıya çıkarken ağız maskesi takar, hasta olmamak için. Ben de tüm bu maskeli insanların hasta olduğunu düşündüm 🙁 Meğer ağız maskelerini koku almamak için takıyorlarmış. Marketlerde, eczanelerde bu maskelerin ne çeşitleri var; çilekli, naneli bilmem neli filan 😀 Ben de bu kadar nasıl hasta diye üzülmüştüm 🙂 Kısacası gittiğiniz zaman sizde harika kokula bi maske alıp hem kokudan hem de tozdan vs kendinizi koruyabilirsiniz. Hiçbir şey Bangkok’u gezmemek için sebep olamaz!

Biz Bangkok ziyaretimizi Temmuz ayında yaptık. Her ne kadar Aralık – Şubat arası Bangkok için serin dönem deselerde aslında bize göre öyle olmadığını her halükarda çok ama çok sıcak olduğunu okumuştum. Kaldı ki Aralık – Şubat arası iş hayatının en yoğun dönemi dönemi olduğu için zaten gidemezdik ama sizin aklınızda bulunsun. Evet Temmuz ayında gittik ancak yanımızda yine de yağmurluğumuzu bulundurduk, ne olur ne olmaz diye. En çok da yağmur için değil de kıyafet kuralı olan tapınak girişlerinde kullandık 😀

Bangkok’da nerede kalınır sorusunu sormak dahi istemiyorum çünkü çıkmaz bir sokak! “İstanbul’da nerede kalınır?” sorusu ile hemen hemen aynı bi soru, ayrıca trafik gibi bir problem de var. Bu nedenle şöyle bi öneri de bulunabilirim; Bangkok için görmek istediğiniz yerleri haritada işaretleyin, toplu taşıma mı kullanacaksınız yoksa grab mi kullanacaksınız ona karar verin, sonra işaretlediğiniz yerlere yakın konumda bütçenize göre yer bakın. Çoğu gezimizde Airbnb tercih ederken bu sefer otel tercih ettik ve İsmi Hotel Solo Sukhumvit 2 olan 4 yıldızlı (ama bence 4 yıldızlı olmayan) bir otelde kaldık ve grab uygulamasıyla ulaşım sağladık.

Ulaşım hakkında söylemek istediğim bir kaç lafım elbette var 🙂 İstanbul trafiğinden farksız değil maalesef :/ Bu nedenle toplu taşımaya yönelebilirsiniz veyahut yakınsa yürüyebilirsiniz -ki biz yürümeyi tercih ediyoruz- bunun yanında Uber uygulamasının karşılığı olan Grab’ı kullanabilirsiniz. Taksi ve tuk tuklar da var ama binmeden önce muhakkak pazarlık yapın. Tuk tuk, ülkenin lokal ulaşım aracı 🙂 4 tarafı açık motora bağlı gibi, çok da hızlı gidemeyen bir araç 🙂 En az bi kere kullanmanızı tavsiye ederim. Dediğim gibi biz Grab uygulamasını kullandık. Biraz bu uygulamadan bahsedeyim; haritadaki konumunuzu ve gideceğiniz yeri işaretliyorsunuz, size tutarı söylüyor ve aracınız hazır! Ödemeyi kredi kartı veya nakit yapabilirsiniz, ayrıca yolculuk sırasında lokal sürücü ile sohbet ederek Bangkok hakkında yeni bilgiler edinebilirsiniz 🙂 Bu arada bazı taksi ve tuk tuk sürücüleri şunu yapabiliyor, misal siz Grand Palace’e gitmek istiyorsunuz, sürücü size “Bugün orası kapalı Kat Pho’ya götüreyim sizi” diyor, bunu yapma sebepleri daha uzak noktaya sizi götürmek ve daha fazla para kazanmak ya da gitmek istediğiniz güzergahta trafik var ve sürücü trafiğe girmek istemiyor. Gitmek istediğiniz yerin kapalı olup olmadığına internetten bakabilirsiniz veya gitmeden önce telefon açıp öğrenebilirsiniz. Sürücülerin bu oltasına gelmeyin, bi kere benzeri bizim başımıza geldi. Sürücüyle gideceğimiz noktada ve ücrette anlaştık, yola çıktık, sürücü çok trafik var sizi başka yere götüreyim demeye başladı, ortam biraz gerildi biz de indik taksiden. Ondan sonra bir daha taksiye binmedik, Grab en güzeli 🙂

Bu kadar genel bilgi yeter şimdi gezdiğimiz yerlerden bahsedeyim 🙂

The Grand Palace: 1782 yılındaki Grand Palace kompleksi, yalnızca kraliyet ikametgahı ve taht salonlarından değil, aynı zamanda bir dizi devlet bürosundan ve ünlü Zümrüt Buda Tapınağı’ndan oluşmaktadır. 218.000 metrekarelik bir alanı kaplar ve 1900 metre uzunluğunda dört duvarla çevrilidir.  Kral Rama’dan sonra, saray kraliyet sarayı ve yönetim merkezi, Chao Phraya Nehri’nin batı kıyısında, Thonburi’de bulunuyordu.  Çeşitli nedenlerden dolayı, yeni Kral eski başkentin uygun olmadığını düşündü ve yeni bir kuruluş inşaa etmeye karar verdi.  Bundan önce, nehrin diğer tarafındaki başkent, Kraliyet emriyle, sadece ikamet ettiği için değil, aynı zamanda idari ofislerin bulunduğu bir site olarak da kullanılıyordu. Kraliyet bileşiği o zamandan beri Büyük Saray olarak biliniyor.  Saray olarak için inşa edilmiştir Kompleksin içinde inşa edilen en eski iki bina Dusit Maha Prasat Taht Salonu ve Phra Maha Monthian’dır.

Wat Pho Tapınağı: Bu tapınak Grand Place ile çok yakın konumda olduğu için ikisini aynı günde gezmek mantıklı olur. Wat Pho Tapınağı’nın özelliği “Reclining Buddha” yani “Yatan Buddha” heykeli. Kıyafet kuralları Grand Palace’taki kadar olmasa da yine sıkı, şort ve askılı üstler kabul edilmiyor. Yatan Buda’nın olduğu bölüme girerken ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Taşlar sıcak olduğu için çorapla giyilecek ayakkabı tercih edilmeli. 3 metre yüksekliğinde ve 4,5 metre enindeki ayaklarında sedef ile işlenmiş uğurlu semboller yer alıyor. Tapınağın içinde heykelin arka kısmındaki koridorda 108 kase bulunuyor ve bu kaseler Buddha’nın 108 hayırlı durumunu simgeliyor. Budist inancı doğrultusunda bu kaselere para atılması, şans ve iyilik getiriyormuş. Bu kompleks, budistlerin hac merkezi. 43 metre uzunluğundaki Buda heykelinin ayaklarındaki sedef oymalar incelemeye değer. Buda heykelinin etrafında Buda’nın 108 hayırlı durumunu simgeleyen 108 adet metal kase sıralanmış. Ziyaretçiler her bir kaseye bozuk para atarak kendilerine şans getirmeyi umuyorlar. 108 bozuk parayı da 20 baht karşılığında oradan satın alabiliyorsunuz. Wat Pho kampüsünün içindeki bir önemli yapı da “Geleneksel Tay Masaj Okulu”. Burası Thai Masajı’nın doğduğu yer olarak biliniyormuş. Bu komplekste hala masaj eğitimi veriliyor ve uygulanıyor. Buradaki masaj fiyatları Bangkok sokaklarında rastlayacağınız masaj salonlarına göre pahalı. Her gün 08:30 – 17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Wat Arun: Bangkok’un bir diğer ünlü tapınağı, ŞafakTapınağı olarak da biliniyor. Nehir boyunca işleyen botlarla ulaşabileceğiniz bir tapınak. Beş kuleden oluşan yapının ortasındaki kulenin yüksekliği yaklaşık olarak 70 metrenin üzerinde. Çin porseleninden oluşan ve renkli şekilde süslenmiş olan bu tapınağın merdivenlerinden tepeye çıkarak şehri izleyebilirsiniz. Her gün 08:30 – 17:30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Wat Traimit: Diğer bir adıyla Altın Buddha tapınağı Çin mahallesinde. Wat Traimit tapınağında göreceğiniz şey 5.5 ton ağırlığında saf altından yapılma bir Buda heykeli.Buradaki altın heykelin 14. yüzyılda yapılmış olduğuna inanılıyor. 1700lü yıllarda ise hırsızlıktan koruma amaçlı heykeli alçı ile kaplıyorlar. Daha sonra da alçıyı kazımak kimsenin aklına gelmiyor. Yıllarca alçı ile kaplı heykel oradan oraya taşınıyor ve en son 1955’te şu an bulunduğu Çin mahallesindeki tapınağa getirilirken yanlışlıkla düşürülüyor. Düştüğünde çatlayan alçının bazı yerlerinden içinde altın olduğu anlaşılıyor ve alçı dikkatli bir biçimde yok ediliyor, dev altın heykel ortaya çıkıyor. Heykelin değerinin 250 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Heykel Traimit Tapınağı’nın en üst katında yer alıyor.Tapınağın diğer katlarında Tayland tarihine ait müzeler de bulunuyor. Her gün 09:30 – 17:00 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

Jim Thomson House & Museum: Burası 1906 yılında Delaware, Greenville’de doğan Amerikalı Jim Thompson’un Tayland evi. II.Dünya Savaşı’ndan önce pratik bir mimar olan Jim, ABD Ordusunda hizmet için gönüllü olmuş. Kısa bir süre sonra askeri subay olarak Bangkok’a gönderilmiş ve Tayland’a aşık olmuş. Hizmetten ayrıldıktan sonra, geri dönmeye ve burada kalıcı olarak yaşamaya karar vermiş. Uzun zamandır ihmal edilen ipeğin el dokuması Jim Thompson’un dikkatini çekmiş ve kendini zanaatın canlandırılmasına adamış ve bu alanda faaliyet gösteren şirketini kurmuş. Tasarımcı ve tekstil renkçisi olarak üstün yetenekli olan bu firma, endüstrinin büyümesine ve Tayland ipeğine verilen dünya çapında tanınmaya önemli ölçüde katkıda bulunmuş.  Geleneksel Tayland mimarisinde en iyiyi temsil eden altı binayı birleştiren bu evin inşaatı ile daha da ün kazanmış.  Evlerin çoğu en az iki yüzyıl yaşındaymış ve kolayca sökülüp şimdiki bölgeye getirilmiş, bazıları Ayudhya’nın eski başkenti kadar uzaktaymış. Özgünlük arayışında, Jim Thompson çoğu açıdan inşaatçıların geleneklerine bağlı kalmış. Evler yağmurlu mevsimde selden kaçınmak için pratik bir Tayland önlemi olan yerden yükseltilmiş şekilde. Dış duvarlardaki kırmızı boya çoğu eski Tayland binasında bulunan bir koruyucu. Avizeler modern konfor için bir imtiyaz olarak görülmesine rağmen onlar bile 18. ve 19. yüzyıl Bangkok saraylarından gelen geçmiş bir döneme ait. Tüm geleneksel dini ritüeller evin inşası sırasında takip edilmiş ve 1959’da bir bahar gününde astrologlar tarafından uğurlu olarak kabul edilmiş, Jim Thompson taşındıktan sonra ev ve sanat koleksiyonu kısa sürede o kadar ilgi çekici hale gelmiş ki, Tayland hayır kurumlarına bağışlanan gelirler ve Tayland’ın zengin kültürel mirasının korunmasına yönelik projelerle evini halka açmaya karar vermiş.  26 Mart 1967’de Jim Thompson Malezya’daki Cameron Highlands’ı ziyaret ederken ortadan kaybolmuş ve sonraki yıllarda başına ne geldiği konusunda tek bir ipucu ortaya çıkmamış. Bu ünlü Tayland evi de yaratıcı yeteneğini ve Tayland’a olan derin sevgisini ispatlar özellikte kalıcı bir hatırlatma olarak kalmış. Eğer müzeye dönüştürülen bu evi görmek isterseniz her gün 09:00 – 18:00 saat aralığında ziyaret edebilirsiniz. İçeriye gruplar halinde alım yapılıyor. Bu nedenle hemen giriş yapamayabilirsiniz.

Khao San Road: Bangkok’un en ünlü caddesi denilebilir. Sıra sıra barlar, hediyelik eşya dükkanları, sokak yemeği ve masaj salonları var. Böcek satan tezgahlar var, bu tezgahların fotoğrafını çekmek ücretli 🙂 Sokakta masaj yaptırıp, – ki bence her fırsatta masaj yaptırmalı 🙂 – gelip geçeni izleyip barlardan gelen müziği dinleyebilirsin.

Ayutthaya / Bang Pa – In Place: Bang Pa – In’deki Kraliyet Sarayı’nın 17. yüzyıla dayanan bir tarihi var. Ayutthaya’nın bir tarihçesine göre, Kral Prasat Thong (1629 1656), Chao Phraya Nehri’ndeki Bang Pa – In Adası’nda bir saray inşa etmiş. Çağdaş bir Hollandalı tüccar Jeremias Van Vliet, Kral Prasat Thong’un gençliğinde o adada gemi kazası yapan ve onunla arkadaş olan bir kadının oğlu olan Kral Ekathotsarot’un (1605-1610 / 11) gayri meşru bir oğlu olduğunu bildirmiş. Çocuk başbakan olmak için büyütülmüş. Tahtı gasp ettikten sonra Kral Prasat Thong olarak tanınmış. Kral, Bang Pa – In Adası’ndaki annesine ait topraklarda Wat Chumphon Nikayaram’da bir manastır kurmuş ve ardından manastırın güneyinde bir gölet kazısı ve bir saray inşa edilmiş. Chronicle, sadece bir binanın adını; oğlu, gelecekteki Kral Narai’nin (1656-1688) doğum yılı olan 1632’de inşa edilen Aisawan Thiphaya – sanat Kraliyet Rezidansı’nı temsil ediyormuş. Sarayın 1767’de Ayutthaya’nın yıkılıncaya kadar kullanılıp kullanılmadığı bilinmiyormuş. Saray, Batı’da Neo – Gotik tarzı manastır şeklinde ve Wat Niwet Thamma Prawat’ın dış adasında geçici bir ikametgah inşa eden Kral Mongkut (1851-1868) olarak bilinen Chakridynasty Kralı IV. Rama tarafından canlandırılmış, oğlu ve varisi Kral Chulalongkorn (Rama V) tarafından yaptırılmış. Günümüz kraliyet sarayı, özellikle bugün ayakta duran binaların çoğunun inşa edildiği 1872-1889 döneminde, Kral Chulalongkorn (1868-1910) döneminden kalmaymış. Bugün saray zaman zaman Majesteleri Kral Bhumibol Adulyadej (Rama IX) ve Kraliçe Sirikit tarafından konut olarak ve resepsiyonlar ve ziyafetler tutmak için kullanılıyormuş. Şehir merkezinden araçla ortalama 1 saat uzaklıktaki ve girişte kıyafet kurallarının olduğu (uzun pantolon ve yarım kol t-shirt) 46 farklı bölgeden oluşan yerleşkeyi saat 08:00 – 16:00 aralığında ziyaret edebilirsiniz.

Bu kadar gezdikten sonra biraz da alışverişten bahsedeyim 🙂 Alışverişi ziyaret ettiklerimiz ve etmediklerimiz olarak ikiye ayırmak istiyorum, ziyaret edemediklerimiz hakkındaki bilgiye otel çalışanından ve internette yaptığımız araştırmalar sonucunda ulaştık.

Ziyaret ettiklerimiz :

Floating Market: Şehir dışındaki yüzen çarşı 🙂 Bu gezi deneyim olarak farklı olsa da alışveriş anlamında fazla bir beklenti içinde olmamanızı tavsiye ederim. Kişi sayısına tesis edilen sandallara bir şoför ile biniliyor. Nehirde yol alırken sağda ve solda hediyelik eşya, meyve ya da aperatif yiyecek satan satıcıları görüyorsunuz. Şehir merkezindeki fiyatlara göre tabi daha yüksek. Bazı gezici satıcılar da var.

Çin Mahallesi: China Town’un her yeri alışveriş ama buradaki Sampeng Market Bangkok’un en önemli pazarlarındanmış. Ancak bizim bu pazara uğrama fırsatımız olmadı. Sadece çin mahallesinde yürüdük ve rastgele yerlerden alışveriş yaptık.

Siam Center: Burası alışveriş merkezinin olmasının yanında sokak tezgahlarını da barındırıyor. Birden fazla binadan oluşan bu alışveriş merkezinde binalar arasında geçişler mevcut. Ucuzdan lükse bir sürü mağaza gezebilirsiniz.

MBK Alışveriş Merkezi: Elektronik alışveriş için ilk sırada geliyor, bir kere gezdikten sonra biz bağımlısı olduk 🙂 Neredeyse her gün bi kere uğradık. Yedi katlı olan MBK alışveriş merkezinde hem orijinal hem de yan sanayi bir çok elektronik ürünü uygun fiyata bulmanız mümkün.

Patpong Night Market: Bangkok’un ünlü gece pazarı ve go – go barlarla dolu.

Meklong Railway Market (The Folding Umbrella Market): Bangkok’da en ilgi çekici yerlerden bir tanesi kuşkusuz bu pazar. Tren raylarının üzerinde kurulu bir pazar düşünün 🙂 Tren geldiği zaman herkes rayların üzerinden ayrılıyor, tezgahlar toplanıyor, tenteler geri çekiliyor ve tren geçtikten sonra tekrar kuruluyor, hiçbir şey olmamış gibi insanlar alışverişe devam ediyor 🙂 Tren saatleri değişkenlik gösterdiğinden gitmeden önce kontrol etmenizi tavsiye ederim.

Ziyaret etmediklerimiz : 

Chatuchak Weekend Market: Cuma akşam, cumartesi veya pazar gündüzleri kurulan bu pazarda aklınıza gelen her şeyin olduğu söyleniyor.

Siam Paragon: Bangkok’un en lüks alışveriş merkezi.

Asiatique The Riverfront: Nehir kenarındaki lüks bir alışveriş merkezi, aynı zamanda da gece pazarı. Asiatique’de bir sürü lüks restoranın yanı sıra yiyecek satan tezgahlar da varmış. Buradaki tezgahlar Bangkok sokaklarındakine göre gayet temizmiş. Bangkok’a gelmişken “illa bir sokak yemeği yiyeyim” diyor ama dışarıdakileri mideniz kaldırmıyorsa Asiatique’deki yemekleri tercih edebilirsiniz. Eğer Asiatique’yi ziyaret ederseniz büyük dönme dolaba binerek nehir kenarından Bangkok manzarasını da izlemeyi unutmayın.

Yazımı sonlandırmadan önce gündüzleri gezip akşamları alışverişe vakit ayırmanızı, her fırsatta masaj yaptırmanızı ve bol bol farklı meyve yemenizi tavsiye ederim 🙂

Henüz Yorum Yok
Önceki Yazı
23 Mayıs 2020
Sonraki Yazı
23 Mayıs 2020

Henüz Yorum Yok

Yanıt Yaz